Ceza Genel Kurulu 2001/4-128 E., 2001/130 K.
BİR MEMURA HUZURDA GÖREVİNDEN DOLAYI HAKARET ETMEK VE ONU DÖVMEK
SUÇ ADEDİ
5663 S. KÜLTÜR VE TABİAT VARLIKLARINI KORUMA KANUNUNDA ... [ Madde 3
]
5663 S. KÜLTÜR VE TABİAT VARLIKLARINI KORUMA KANUNUNDA ... [ Madde 3
]
5663 S. KÜLTÜR VE TABİAT VARLIKLARINI KORUMA KANUNUNDA ... [ Madde 3
]
5663 S. KÜLTÜR VE TABİAT VARLIKLARINI KORUMA KANUNUNDA ... [ Madde 3
]
“ÖZET”
RESMİ SIFATI HAİZ OLAN BİR MEMURA HUZURUNDA
VE İFA ETTİĞİ VAZİFEDEN DOLAYI HAKARET EDEN VE AYRICA ÜÇ GÜNDE
İYİLEŞECEK DERECEDE MÜESSİR FİİLDE BULUNAN SANIĞIN EYLEMLERİNİN
TCK.NUN 266 VE 456/4, 271. MADDELERİNDE ÖNGÖRÜLEN İKİ AYRI SUÇU MU
YOKSA AYNI YASANIN 266, 269. MADDELERİNDE YAZILI TEK BİR SUÇU MU
OLUŞTURACAĞININ BELİRLENMESİ BAKIMINDAN SANIĞIN KASTI İLE MADDİ
CEBRİN MEMURA CİSMEN EZA VERMİŞ OLUP OLMADIĞI HUSUSLARI ÜZERİNDE
DURULMALIDIR.
“İçtihat Metni”
Görevli memura hakaret ve etkili eylem suçlarından sanık Yusuf’un
görevli jandarma erine hakaret suçundan TCK.nun 266/1. maddesi
uyarınca 2” ay hapis ve 91.260.000 lira ağır para cezasıyla, görevli
jandarma erine etkili eylemde bulunmak suçundan TCK.nun 456/4 ve
271/1. maddeleri uyarınca 2 ay 20 gün hapis cezası ile
cezalandırılmasına, cezalarının toplanarak sonuçta 4 ay 20 gün hapis
ve 91.260.000 lira ağır para cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin
(Araklı Asliye Ceza Mahkemesi)nden verilen 16.5.2000 gün ve 15/44
sayılı hüküm sanık tarafından temyiz edilmekle dosyayı inceleyen
Yargıtay Dördüncü Ceza Dairesince 17.4.2001 gün ve 3827/4434 sayı
ile, “Eylem yanlış olarak nitelendirilmiş, TCK.nun 266/1, 269.
maddeleri yerine iki ayrı suçtan hüküm kurulmuş ise de, karşı temyiz
olmadığından bozma yapılamayacağı” belirlemesine yer verilerek
onanmıştır.
Yargıtay C. Başsavcılığı ise 6.5.2001 gün ve 103943 sayı ile;
”TCK.nun 269. maddesi, cebir, şiddet ve tehdidi hakaret suçunu
ağırlaştıran bir neden sayarak bu suçu mürekkep (bileşik) suç haline
getirmiştir. Burada sözü edilen cebir ve şiddet; bir hastalığı ve
mutat iş güçten kalmayı gerektirmeyecek şekilde derecede, memura
yönelik hakaret ve taarruzu daha da şiddetlendirmek amacını güden ve
mağdurun şahsı, fizik bütünlüğü üzerinde yapılan bir hareket olarak
öngörülmüştür.
Cebir ve şiddet “cismen eza vermek” veya “hastalığı mucip olmak”
boyutuna varmışsa, artık ağırlaştırıcı neden olan “cebir” ve
“şiddet” boyutuna aşmış olan ayrı bir etkili eylem suçu söz konusu
olmaktadır.
Somut olayda sanık, jandarma eri olan mağdura sövmüş, yumrukla vurup
üç gün de iyileşecek biçimde yaralamıştır.
Yerel Mahkemenin, sanığın görevli memura sövme ve müessir fiilini
iki ayrı suç kabul ederek yaptığı uygulama isabetlidir.
Özel Daire eleştirisi ise iki yönüyle yasaya aykırıdır. Öncelikle,
eleştiri doğrultusunda hüküm kurulması halinde verilecek ceza,
mevcut uygulama ile müessir fiil ve hakaret suçları nedeniyle
verilen toplam cezadan daha hafif olup, eleştirideki düşüncenin
aksine sanık lehine sonuç verecektir.
Diğer yandan, Özel Dairenin aleyhe temyiz olmaması nedeniyle bu
aykırılığın bozma nedeni yapılamadığına ilişkin kabulü, suç vasfı
yönünden bu yasağın söz konusu olamayacağı yolundaki yerleşik
uygulamaya da ters düşmektedir.” görüşüyle itiraz yasa yoluna
başvurarak Özel Daire kararında yer verilen eleştirinin hükümden
çıkarılarak Yerel Mahkeme hükmünün onanmasına karar verilmesini
talep etmiştir.
Dosya Birinci Başkanlığa gönderilmekle Ceza Genel Kurulunca okundu,
gereği konuşulup düşünüldü.
Sanığın, karakolda görevli jandarma eri olan mağdur Muhammet’e
sinkaflı küfürler edip sonra da yumruklayarak yüzünün sol tarafında
ekimoz oluşturacak, iş ve gücüne engel olmayıp üç günde iyileşecek
şekilde yaraladığı olayda; Özel Daire ile Yargıtay C. Başsavcılığı
arasında oluş ve sübutta bir. uyuşmazlık bulunmayıp, çözülecek
hukuki sorun sanığın eyleminin TCK.nun 266, 456/4 ve 271.
maddelerine temas eden görevli memura sövme ve etkili eylem
suçlarını mı yoksa TCK.nun 266 ve 269. maddelerine uyan bileşik suç
niteliğindeki cebir ve şiddet kullanarak görevli memura sövme suçunu
mu oluşturduğuna ilişkindir.
Uygulama ve öğretide bileşik (mürekkep) suç diye adlandırılan suç
tipi iki şekil arzedebilir. Birincisinde biri diğerinin unsurunu
oluşturan iki suç vardır. Bu durumda her iki suçun niteliği
değişmekte ve yasa koyucu bu iki suçu bir başka suç olarak tavsif
etmektedir. İkinci halde ise bir suç diğerinin ağırlaştırıcı nedeni
olarak düzenlenmiştir. Bu takdirde kendisinde ağırlaştırıcı neden
bulunan suçun niteliği değişmemekte ve kanuni adı aynı kalmaktadır.
Bileşik suçun birinci haline yağma suçu, ikinci haline ise, bina
içinde hırsızlık suçu örnek olarak gösterilebilir.
Bileşik suçun ikinci haline bir başka örnek de TCK.nun 266, 267. ve
268. maddelerinde yazılı suçların cebir şiddet ve tehditle işlenmesi
halidir. Çünkü 269. madde bu suçların ortak ağırlaştırıcı nedeni
olup anılan maddelerde belirtilen suçların cebir, şiddet veya
tehditle işlenmesi durumunda, aslında birer basit suç olan bu
suçlar, bünyesinde ağırlaştırıcı neden bulunan bileşik suç haline
dönüşmektedir.
Bileşik suçun her iki halinde de unsur veya ağırlaştırıcı neden olan
suç, bu niteliğini aşıp bağımsız suç haline gelmedikçe bu suçtan
dolayı ayrıca ceza tayin edilemez. Ancak ağırlaştırıcı neden olma
niteliğini aşıp boyutları itibariyle bağımsız suç aşamasına ulaşırsa
o zaman bu suçtan da ayrıca ceza tayin edilmesi gerekir.
Kullanılan cebir ve şiddetin hangi aşamada ağırlaştırıcı neden,
hangi aşamada bağımsız suç oluşturacağının belirlenebilmesi için,
Yasada geçen cebir, şiddet kavramlarının açıklanması, TCK.nun 269.
ve 271. maddelerindeki hukuki düzenlemelerin, doktrindeki
görüşlerden de yararlanılarak ortaya konulması gereklidir.
Cebir, sözlük anlamıyla, “bir şeyi yaptırmak için maddi veya manevi
kuvvet kullanma” dır. Belirli bir eylemin zorla yaptırılmasıdır.
Başka deyişle, cebir, tabi iradeyi, istenilen hareketi yapmaya fizik
kuvvetle zorlamadır. (Cihan Erol, Cebir Kullanma Cürmü, İstanbul
1978, s. 8)
TCK.nun 269. maddesinde sözü edilen cebir ve şiddet Kaynak Yasanın
195. maddesinde “violenza” terimi ile ifade edilmiş ve “maddi cebir”
anlamında (Erem Faruk, Tehdit ve Cebir Kullanma Suçu, ABD, 1952,
sayı 7, s. 874), tehdit ise “manevi cebir” anlamında kullanılmıştır.
(Gözübüyük, Abdullah Pulat, Türk Ceza Kanunu Şerhi, 5. bası, Cilt 2,
s. 1101)
Kaynak Yasanın gerekçesinde ise, hakaret ve taarruz suçunun
ağırlaştırıcı nedeni olan maddi cebrin; memurun bedenine yönelik
olmaması, hürriyetinin kısıtlanması şeklinde ortaya çıkması
gerektiği belirtilmektedir.
Doktrinde ise Prof. Dr. Sahir Erman; TCK.nun 269. maddesinde
ağırlaştırıcı neden olarak öngörülen cebir ve şiddetten maksat,
memurun hastalığını veya alışılmış iş ve gücünden kalmasını
gerektirmeyecek biçimde kendisine yöneltilen ve yapılan hakaret ve
taarruzu daha da şiddetlendirmek amacını güden fiillerdir. Şayet
cebir ve şiddet hastalığa neden olmak ya da cismen eza vermek
boyutlarına ulaşmışsa, hakaret ve taarruz suçundan verilecek ceza
269. madde ile artırılamayacak, oluşan bağımsız etkili eylem
suçundan gerçek içtima kuralları gereğince TCK.nun 456. ve 271.
maddeleri ile uygulama yapılacaktır demektedir. (Erman-Özek, Kamu
İdaresine Karşı İşlenen Suçlar, İstanbul 1992, s. 407)
Dr. İsmet Polatcan’da; tahkir niteliği bulunmayan cebrin 269. madde
kapsamına dahil olamayacağını belirtmektedir. (Dr. ismet Polatcan,
Memur ve Resmi Heyetlere Karşı Hakaret ve Sövme Cürümleri, İstanbul
1983, s. 177)
Ceza Yasamızın sistematiğini incelediğimizde ise, Yasamızın 271.
maddesinde, “memura cismen eza verecek veya hastalığını mucip olacak
müessir fiil işleyen failler hakkında TCK.nun 456. maddesine göre
verilecek cezaların belirli oranlarda arttırılmasını öngören ve
Kaynak Yasada bulunmayan bir düzenlemeye yer verildiği
görülmektedir. 271. madde, etkili eylem suçuna ilişkin 456. maddenin
bütününe atıf yaptığından, anılan maddenin 4. fıkrasında yer alan
basit etkili eylem suçunu da kapsamaktadır. Bu da göstermektedir ki
Yasa Koyucumuz, “Devlet Yönetimi Aleyhine Cürümler” başlıklı fasıl
içinde hem 269. hem de 271. maddelerdeki düzenlemeleri
gerçekleştirmekle, memura hakaret ve taarruz suçunun ağırlaştırıcı
nedeni olan maddi cebrin, memura cismen eza vermesi veya hastalığını
gerektirmesi halinde basit şiddet ve cebir boyutunu aşacağını, artık
bağımsız etkili eylem suçunu oluşturacağını öngörmüştür. Nitekim, bu
görüş yaygın biçimde öğretide de kabul edilmiştir.
Bu görüşten hareketle, sanığın kullandığı cebir ve şiddetin
ağırlaştırıcı neden mi. olduğu yoksa ayrı bir etkili eylem suçunu mu
oluşturduğu belirlenirken dikkate alınması gereken ilk husus sanığın
kastıdır. Kast, her olayda eylemin niteliği göz önünde tutularak
takdir edilmelidir. Memurun şahsı ve fizik bütünlüğünü hedef alan
bir hareket olarak TCK.nun 269. maddesinde öngörülen maddi cebrin
(zor, şiddet), hakaret ve taarruzu daha da şiddetlendirmeye yönelik
fiiller olması, memuru küçültmek, aşağılamak kastı ile yapılması
gerekir. Aksi halde, failin kastı ve eylemin niteliğine göre başka
suçlar oluşabilecektir. Örneğin cebir ve şiddetin; memurun görevine
taalluk eden bir işi yaptırmaya veya yaptırmamaya yönelik olarak
kullanılması durumunda TCK.nun 254., memurun görevini yerine
getirdiği sırada direnmeye yönelik olması halinde 258., etkili eylem
kastıyla kullanılması durumunda ise 456. maddelerindeki suçlar
oluşacaktır.
Dikkatle alınması gereken ikinci husus ise, cebir ve şiddetin mağdur
üzerinde yarattığı etkidir. Sanığın yönelttiği cebir ve şiddetin
ayrı bir etkili eylem suçunu oluşturduğunun kabul edilebilmesi için,
bu eylem nedeniyle mağdurun sağlığının bozulması, akli melekelerinde
karışıklık oluşması veya cismen eza duyması gereklidir.
Bu nedenle, görevli jandarma erine huzurunda söven ve yumrukla
vurarak üç günde iyileşecek biçimde yaralayan sanığın eylemleri
nedeniyle görevli jandarma erine sövme suçundan TCK.nun 266/1.
maddesi, görevli jandarma erine etkili eylem suçundan da TCK.nun
456/4. ve 271/1. maddeleri uyarınca cezalandırılmasına ilişkin Yerel
Mahkeme hükmünü onayan Özel Daire ilamı sonucu itibariyle
isabetlidir.
Ancak, onama kararında yer verilen “Eylem yanlış olarak
nitelendirilmiş, TCK.nun 266/1, 269. maddeleri yerine iki ayrı
suçtan hüküm kurulmuş ise de karşı temyiz olmadığından bozma nedeni
yapılamayacağı” yolundaki belirleme ve eleştiri, yukarıda
açıklandığı üzere suç vasfına işaret eden yönü itibariyle isabetsiz
bulunduğu gibi, kabule göre; karşı temyiz bulunmaması nedeniyle
bozma yapılamayacağı yolundaki düşünce de hatalıdır.
Zira, sanığa iki ayrı suç nedeniyle verilen toplam ceza 4 ay 20 gün
hapis ve 91.260.000. lira ağır para cezası olduğu halde, Özel Daire
kabulü doğrultusunda uygulama yapılması halinde verilecek olan sonuç
ceza 4 ay hapis ve 182.500.000 lira ağır para cezası olacaktır ki,
TCK.nun 11. maddesi de gözönünde tutulduğunda bu ceza Özel Daire
eleştirisinde belirtildiğinin aksine sanığın daha lehinedir.
Bu itibarla, isabetli bulunan Yargıtay C. Başsavcılığı itirazının
kabulüne karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan kurul üyesi Birol Kızıltan; “Yargıtay
C. Başsavcılığı, öteden beri süregelen düşüncesinin ve
tebliğnamedeki isteminin dışına çıkarak yeni bir görüşle dosyayı
gündeme getirmiştir. Yeni oluşan bu düşüncesine göre, memura sövme
suçu yanında (maddi şiddet) varsa, artık eylem bileşik suç olmaktan
çıkar, her suç müstakil suç halini alır demekte, Dördüncü Ceza
Dairesi ise cebir ve şiddet Türk Ceza Yasasının 456/4. maddesi
kapsamında kalırsa yaptırımını 269. maddeden alır demektedir.
Dairenin bu uygulaması Yargıtay Ceza Genel Kurulunun, Türk Ceza
Yasasının 269. maddesindeki cebir, şiddet ve tehdidin üçünün bir
arada olması yolundaki eski uygulamayı kaldıran ve bu unsurlardan
birisinin dahi bulunması halinde 269. maddenin uygulanabileceğini
öngören 25.3.1997 tarih ve 1997/27-60 sayılı kararından sonra
yoğunlukla devam etmiştir.
Memura sövmenin manevi cebir yani tehditle birlikte olması ya da
cebir ve şiddetin yani maddi şiddetin 10 günden fazla uğraşa engel
olacak biçimde bulunmasında tereddütlü bir durum sözkonusu değildir.
Birinci halde bileşik suç, ikinci halde ise müstakil suçlar
sözkonusudur.
Sorun, memura sövme yanındaki yaralamanın hangi boyutta kaldığında
ya da yaralamaya teşebbüs halinde suçun bileşik suç mu yoksa
yaralama mı sayılıp ceza verileceğindedir.
Dördüncü Ceza Dairesi burada ölçüyü 456/4. maddesi kapsamında kalan
eylemlerde T.C. Yasasının 269. maddesini, aşması halinde aynı
Yasanın 271. maddesini gerektirir diyerek uygulama yapmıştır.
İtirazda olduğu gibi her maddi temasın olduğunda bunu raporla
kanıtlamak çeşitli sebeplerle mümkün olamamaktadır. O zaman hangi
kanıt bizi sonuca götürecektir. Tanıklığın çoğu zaman
tartışılabildiği olaylarda tereddütten uzak sonucu almak
zorlaşmaktadır. Bu halde yaralama mı yoksa sövmeyi ağırlaştıran
TCK.nun 269. maddesi mi söz konusu olacaktır. Ya da tekme sallama,
yumruk atıp isabet ettirememe, yakaya yapışıp silkeleme, kol bükme
gibi haller hep maddi temas ya da şiddet halleridir. Bu haller sade
vatandaşa karşı yapıldığında TCK.nun 456/4. maddesi uygulanacağı
halde, memura sövme yanında yapılırsa aynı Yasanın 269. maddesi
uygulanacak, böylece ikili bir uygulama ortaya çıkacaktır. Daire
şimdiye kadar ki uygulamalarında bu iki tarzdan uzak kalacak bir
yöntemle sıralanan bu halleri hep TCK.nun 269. maddesinde
düşünmüştür.
Prof. Erman ve Özek; “Cebir ve şiddetli 269. maddesiyle hakaret ve
taarruzun ağırlatıcı sebebi saymak ve hem de 271. maddesi ile memura
cismen eza verecek veya hastalığına yol açacak müessir fiil işlemeyi
ayrıca düzenlemekle tereddütlere yol açmıştır. Bu durum kanun yapma
tekniğinin gereklerine uyulmadığının bir göstergesidir. Esasen her
cebir ve şiddetin içinde cismen eza da vardır.” demektedirler. (Kamu
İdaresine Karşı Suçlar. Sh. 407)
İtirazın bir yerinde belirtildiği gibi, sanığın kullandığı şiddet
fiilinin “hangi aşamada ağırlaştırıcı sebeb, hangi aşamada ayrı bir
suç” oluşacağında somut bir ölçü yoktur. İtirazdaki gibi uygulama
yapıldığında, TCK.nun 269. maddesinin uygulanma olasılığı çok
sınırlı kalacaktır.
Konulacak prensibin makul, pratik, uygulanabilir ve adil sonuç
vermesi gerekir” görüşüyle,
Çoğunluk görüşüne katılmayan bir kurul üyesi ise; sanığın eyleminin
iki ayrı suçu oluşturmayıp TCK.nun 266 ve 269. maddelerinde
düzenlenen suçu oluşturduğu, Yerel Mahkeme Kararının bu gerekçeyle
bozulması gerektiği görüşüyle itirazın kabulü yönünde oy
kullanmışlardır.
Sonuç: Açıklanan nedenle, Yargıtay C. Başsavcılığı itirazının
(KABULÜ) ile, Yargıtay Dördüncü Ceza Dairesinin 17.4.2001 gün ve
3827/4434 sayılı kararının kaldırılarak Yerel Mahkeme hükmünün
(ONANMASINA), 19.6.2001 günü gerekçede oyçokluğu, sonuçta oybirliği
ile karar verildi. |